Turania,People,Turancılık,Atsız,Bozkurt,Macar,Japon,Türk,Türkiye,Haberler TuraniaFamily - İslam Dini
   
  TuraniaFamily
  İslam Dini
 

İslâmİslâmiyet veya Müslümanlık[1] (ArapçaBu ses hakkında الإِسْلاَم  / El-İslām), tek tanrı inancına dayalı en yaygın İbrahimî dinlerdenbiridir.[2] İslam, peygamberi Muhammed aracılığıyla 7. yüzyılda yayılmaya başlamıştır. İslam dinine mensup kişilere iman etmiş, inançlı[3]anlamında mü'min veya Allah'a teslimiyet gösteren anlamında Müslüman[4] denir. Zaman zaman gayrimüslim kaynaklarda tercih edilenMuhammedicilik veya Muhammedizm tanımlaması[5][6][7] Müslümanlarca kullanılmaz.[8] İslam inancına göre, İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ı oluşturan sureler Cebrail isimli melek aracılığıyla sözlü olarak Muhammed'e vahyolmuştur.

İslam mezhepleri, başlarda siyasal, sonra da teolojik-kavramsal farklılıklar kazanmış olan Şiîlik ve ana akımı temsil eden Sünnilikmezheplerinden oluşur. Bunların dışında İslam dininde fıkıh ve itîkât gibi konularla ilgili çok sayıda mezhep bulunur. İslam'ın temelinde, tevhitilkesi yatar ki bu kavram Allah'ın varlığı ve birliğine inanmak anlamına gelir. Fakat 'önce tenzih' yani (la)ile birlikte vardır.

Muhammed, İslam dinini yaymasının yanı sıra daha sonraları hâlife ve hanedânlarca yönetilen bir İslam Devleti de kurmuştur. İleride imparatorluğa dönüşen bu devletin bölünmesiyle farklı bölgelerde yeni Müslüman devletler oluşmuştur.

 

 

İslam sözcüğü Arapça "se-le-me" kökünden türemiştir ve anlamı "barış"tır.[2][9] Bununla birlikte kökün etken ortaç şekli eslemedir ve "teslimiyet" anlamına gelir. Sonuçta İslam, "teslimiyet"[2]anlamına gelirken, Müslüman da "teslim olan" anlamına gelir; burada teslim olunan tek Tanrı olduğu kabul edilen Allah'tır[9][10][11][12].

Müslüman sözcüğü, Arapça kökenli müslim kelimesinin Farsça dilbilgisi kurallarına göre çoğulu olan Müslimân'dan gelir.[13] Ancak Türkçede tekil olarak kullanılır ve çoğulu Müslümanlardır. Müslüman sözcüğü İslam dinine mensup kişileri adlandırmakta kullanılır ve "bağlanan", "teslim olan" anlamındadır.

 

 

İslam'da inanılan birçok inanç, uygulama ve kavramın kaynakları Arap ve Ortadoğu mitolojilerinde, Zerdüştlükte, Yahudi-Hırıstiyan kültürlerinde, Sümer bölgesi ve Hint kültürleri gibi Ortadoğuya komşu bölgelerin inançlarında bulunabilir. Bu kavramlar kısmen veya tamamen söyleyiş ve içerik değişimlerine uğrayarak İslami literatür içerisine yerleşmişlerdir.[14][15][16][17][18]

İslam'da diğer Ortadoğu dinlerindeki büyük oranda Sümer kaynaklı olan Evrenin ve Âdem’in yaratılış ve tufan mitosu aynen paylaşılır. Kur’an ve hadislerde evren 6 günde yaratılmıştır. Âlemler olarak isimlendirilen evren ve insan, Allah tarafından, tasavvufi yorumda kendi isimlerinin tecelligahı olarak yaratılmıştır. Âdem cennette çamurdan Rahmanın şekli üzere yaratılır ve kendisine Tanrıkendi ruhundan üfler, sonra da O’nun kaburga kemiğinden Havva yaratılır. Âdem ve Havva İblis'in kandırması ile nefislerine yenik düşerler ve yasak meyveyi yedikleri için cennetten kovularak Yahudiliktekine benzer şekilde 7000 yıl önce olduğuna inanılan bir zaman diliminde Dünyaya gönderilirler.(Görsel kaynak [1]) Ancak İslam'da Hristiyanlık'takine benzer bir ilk günah kavramı yoktur.

 

 

İslam'a göre içerisindeki her şeyle birlikte evrenin yaratıcısı doğma ve doğurma sıfatlarından münezzeh, tek tanrı olan Allah'tır. Varlığı ezeli ve ebedidir. Her şeye gücü yeter. Allah'a iman, İslamiyet'teki iman esaslarından (imanın şartları) birincisidir.

İslam ilâhiyatında Allah'a antropomorfik sıfatlar ve atıflar yapmak şiddetle reddedilmiş ve yasaklanmıştır.[19] Kur'anda geçen antropomorfik ifadeler ise tevil edilir. Örneğin Kur'anda ve hadislerde geçen Allah'ın yüzü, eli, karnı gibi ifadeler mecaz olarak algılanır ve hiçbir şekilde Allah'ın vücudunun tasvirine izin verilmez.

İslam dininde tanrının özel adı olarak Allah ismi kullanılırken, kullanılan başka isimler de vardır. Bu isimlerden 99 tanesi özel bir şekilde ele alınır ve birçoğu Kur'an'da Allah için kullanılan ifadelerden köken alan bu isimlere topluca "Güzel İsimler" anlamına gelen Esma-ül-Hüsna denir.[20] İslam toplumunda Allah'ın isimleri bunlarla sınırlı olmadığı gibi bazı isimlerin orijinleri ve islamdaki tanrı algısı üzerinde tartışmalar bulunmaktadır.

 

 

İslamda diğer tektanrılı dinlerin de islam olarak adlandırıldığı olur ve zaman zaman yoldan çıkan ve sapıtan insanları tanrıya çağırmak için bazılarının adı Kur’anda anılmış olan peygamberlergönderildiğine inanılır. Bu isimlerin bir kısmı Hıristiyanlık ve Musevilik'te aziz, din büyüğü, ata ya da siyasî şahsiyetler olarak kabul edilirken bazılarından da peygamber olarak bahsedilir [21] ve onlara dair kıssalar İslam'la büyük benzerlik gösterir.[22]

İslam’a göre insanın tarihi ilk insan ve peygamber sayılan Âdemle başlar, son peygamber sayılan Muhammedle peygamberler tarihi biter. Bu arada kaç peygamber olduğu tartışma konusudur. Kur'an'da peygamberlerin sayısına dair bir ifade bulunmaz ve 25 peygamber ismen anılır. Mü'min suresi'nin 78. Ayetinde konuyla ilgili ifadeler şöyledir: "Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah'ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana uğrarlar."[23] Çeşitli hadislerde peygamberlerin sayılarıyla ilgili bazı yuvarlak sayılar verilir ve sonraki dönemlerde farklı kaynaklara dayanılarak üzerinde görüş birliği bulunmayan birçok sayı ortaya atılmıştır.[22]

İslam'da peygamberlik misyonu iki kategoride değerlendirilir: Nebiler ve resuller. Buna göre resuller kendileriyle birlikte yeni bir şeriat (dinî hükümler) gönderilen peygamberlerdir, Allah'ın elçileriolarak yorumlanırlar.[24][22] Bu değerlendirmeye göre kendilerine vahiy yoluyla tanrının bir şeriat ve kitap indirdiğine inanılan Musa, Davut ve İsa resul sayılır. Musaya TevratDavuda Zeburİsayaİncilin indirildiğine inanılır.

Her resulün nebi olduğu, buna karşılık her nebinin resul olmadığı söylenir.[22] Nebilerin beraberlerinde yeni bir şeriat getirmediklerine, kendilerinden önce gelen en son resulün şeriatına uygun hükmettiklerine inanılır. Buna göre son peygamber olarak kabul edilen Muhammed bir resuldür ve beraberinde getirdiği şeriat son ve geçerli sayılan tek şeriattır. Gerek Şiilik, gerekse Sünnilik'te peygamberlere inanmak önemli bir yer tutar ve inanç esaslarından sayılır.[24]

Muhammed bin Abdullah; (d. 570/571- ö. 632)[25][26]İslama göre son peygamberdir ve kendisine Allah tarafından Kur'an'ın vahyedildiğine inanılır.[25] Kur’andan dolayı resul bir peygamber[25]kabul edilerek ortaya koyduğu şeriat Müslümanlar tarafından uymakla yükümlü olduklarına inanılan son şeriat sayılır. Mekke'de 571 yılında doğmuş, Veda Hutbesi'nden sonra Medine'de 632 yılında vefat etmiştir.

İslam inancında diğer din mensuplarının, peygamberlerin getirdiği dini tahrif etmelerinden dolayı Muhammed’in Tanrı tarafından aynı mesajın bazı değişikliklerle mükemmel bir din olarak yeniden gönderildiğine inanılır. "Muhammed yalnızca bir elçi ve Peygamberlerin sonuncusudur."(Ahzab: 40)


 

Kur'an İslam peygamberi Muhammed'e Allah tarafından Cebrail aracılığıyla gönderildiğine inanılan kutsal kitaptır.[29][30] KelamullahKitabullahFurkanMushafKitabNur ve Umm-ul Kitab isimleriyle de bilinir.[30]

Kur'an ayetleri sure adı verilen bölümleri oluşturur. Kur'an'da 114 sure bulunmaktadır.[29] Kronolojik olarak Kur'an'ın ilk yazılan ayetin Alak suresinin birinci ayeti olduğuna inanılır: "Oku O yaratan Rabbinin adıyla!"[31]

Kur'an Muhammed’in sağlığında 610 - 632 yılları arasında vahiy kâtipleri tarafından parça parça yazılmış, ancak mushaf hâline getirilmemiştir. Dili erken dönem Arapçasıdır.

Fıkıhta farz ve haram denilen hükümler Kur’ana dayandırılır. Müslümanlar Kur'an'ın orijinal olduğuna değiştirilemeyeceğine inanırlar;"Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız"[32]

Kuran

Kur'an’ın Allah’tan geldiğine inanıldığı için şeriat ismi verilen İslam hukukunda Kur’an temel kaynaktır ve Kur'an'da geçen emir ve yasaklar temelinde kararlar alınır.[29] Bazı İslam hukuku ekolleri, Kur'an'da geçmemekle birlikte Kur'an'da geçen bir başka emir veya yasakla aynı illete (sebebe) dayanan konularda da Kur'an'daki emir veya yasağa kıyas yoluyla karar verirler.

Kur'anda Kur'an'ın Allah tarafından indirildiği konusu sıklıkla vurgulanır. İnanca göre Kur'an Kadir Gecesindeindirilmeye başlanmıştır. Kadir suresinde Kadir Gecesi'nden şöyle bahsedilir: "Hakikat, biz onu Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesini sana bildiren nedir? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Onda melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle, herbir iş için iner de iner. O tan yeri ağarıncaya kadar bir selâmdır."

Kur’anın hacimsel olarak üçte ikisi dini hikâyelerden oluşur. Ayrıca dini emirler, yasaklar, sosyal düzenlemeler, nasihatler, teşvik ve korkutmalar içerik olarak önemli yer tutar. İslam inançları ve islam mitolojisinin ana kaynağı da Kur'andır.

 

 

slamda dinler, İslam dışında Yahudilik, hırıstiyanlık ve putperestlik olarak formüle edilir. İslam'a göre en başından beri insanların inandığı din İslam'dır.[9] . İslam'a göre Muhammed'in getirdiği din, yeni bir din değildir. O, daha önceki peygamberlerin mesajını, tekrar açıklamış ve tamamlamıştır.[33][34] İslamdaİbrahimi dinlerin peygamber veya kutsal kişi kabul ettiği kişiler çoğunlukla peygamber kabul edilir. Benzer şekilde Tevratzebur ve incil tahrif edilerek hükümsüz kalmış ilahi vahiyler olarak kabul edilir.

Mâide Suresi, 82. ayetinde iman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin Yahudiler ile Allah'a ortak koşanlar olduğu, Hıristiyanların ise, nispeten Müslümanlara daha yakın olduğu ifade edilir. Ancak yine de Yahudiler ile olduğu gibi Hıristiyanlar ile de dost olunmaması gerektiği Kur'an'da bildirilir.[35]

Bakara Suresi'nde ise, onlar hakkında daha ılımlı ifadeler kullanılır;

"Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler; bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükâfatları vardır."(Bakara: 62)

Kur'an'da İsa'nın peygamber ve "Allah'ın ruhu" (ruhullah) ifade edilir, ancak Hırıstiyanlıktaki Baba, Oğul ve Kutsal ruh'tan oluşan teslis inancı, tüm İslami kaynaklarca tevhid'e aykırı antropomorfikifadeler olarak değerlendirilir ve reddedilir.

Kur'an'da Yahudiler ile Hıristiyanlar'ın aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin salındığı, Yahudi ve Hıristiyanların dost edinilmemesi, onların birbirlerinin dostları olduğu ve bir Müslüman'ın bir Yahudi veya Hıristiyan ile dost olması durumunda artık onlardan biri olarak kabul edileceği ifade edilmektedir.

 

 

İslamiyet 7. yüzyılda peygamberi Muhammed aracılığıyla Arap Yarımadası'nda yayılmaya başlanmıştır. Muhammed'in ölümünden sonra İslam Devleti'nin başına Dört Halife geçmiştir, bunlar sırasıyla: Ebu BekirÖmerOsman ve Ali'dir. Ali'nin ölümünden sonra kısa süreliğine Müslümanların biatıyla Hasan halife olmuş fakat daha sonra elindeki gücü kullanarak Muaviye hilafeti almış, iktidara gelmiştir[39]. Peygamberin ölümünden sonra iktidara gelen ilk dört halifeye Sünnî yazında sıklıkla Hülefa-i Raşidin yani Doğruluk üzere bulunan Halifeler denmiş ve bazen bunlara Hasan da eklenmiştir. Bununla birlikte Ebu BekirÖmer ve Osman'ın halifelikleri genel olarak Şii ve Aleviler tarafından tanınmaz. Haricîlerin bugün hâlâ devam eden bir kolu olan İbadiyye ise sadece ilk iki halifeyi, yani Ebu Bekir ve Ömer'i, kabul eder ve Doğruluk üzere halife olarak görür.

622-750 yılları arasında İslam Devleti██ Muhammed döneminde ele geçirilen topraklar (622-632)██ Dört Halife döneminde ilave edilenler (632-661)██ Emeviler döneminde ilave edilenler (661-750)

Ebu Bekir döneminde öncelikle peygamberin ölümü sonrası Arap yarımadasında başlayan kargaşalar giderilmiş, zaman içindeSasani İmparatorluğu ve Doğu Roma İmparatorluğu'na doğru ilerlenmiştir. Ömer'in hilafeti sırasında İslam devleti sınırları büyük ölçüde genişlemiş[40]Mezopotamya fethedilip ele geçirilmiş, MısırİranFilistinSuriyeKuzey Afrika ve Ermenistan'ın çeşitli bölümleri ele geçirilmiştir[11]. Daha sonra üçüncü halife olarak seçilen Osman'ın[41] hilafeti sırasında İran'ın tamamı, Kuzey Afrika'nın tamamına yakını, Kafkaslar ve Kıbrıs ele geçirilmiş, İslam Devleti topraklarına katılmıştır. Bununla birlikte kendi zamanında bazı yakınlarının önemli görevlere atanması ve diğer bazı iç sorunlar sebebiyle Osman öldürülmüştür[41]. Osman'ın öldürülüşü ve ortaya çıkan iç savaş ortamı sebebiyle Ali'nin döneminde hilafet iç meselelere yönelmiş, çıkan iç savaşla uğraşmıştır[41][42]. İç savaş ve iç gerilimler sonucunda Ali de öldürülmüş[42], kendisinden sonra halife olan oğlu Hasan ise hilafeti Muaviye'ye teslim etmek zorunda kalmıştır[39]. Muaviye İslam Devletinin başkentini Şam'a taşımış, imparatorluk benzeri bir yapının temellerini atmış, kendisinden sonra oğlu Yezid'i bu makama atayarak İslam siyasî tarihinde saltanatı başlatmıştır[39]. Bu harekâta karşı ayaklanan Muhammed peygamberin torunu, dördüncü halife Ali bin Ebu Talib'in oğlu Hüseyin ise, Yezid tarafından gönderilen askerlerce, Kerbela'da taraftarlarıyla birlikte öldürülmüştür[43][44]. Nitekim bu noktadan sonra daha katı bir Şiî ayrılması söz konusu olmuştur. Muaviye ile birlikte başlayan yeni döneme Emeviler Dönemi denmiştir. Emeviler Dönemi'nde büyük bölgeler zaptedilmiş, İslam Devleti İber yarımadasına kadar ilerlemiştir[45]. Her ne kadar siyasî yayılma yükselişe geçmiş olsa da aynı şey dinî yayılma için söylenemez; nitekim bu dönemde dinî yayılmanın devletin gayrimüslimlerden aldığı vergi göz önünde bulundurularak pek teşvik edilmediği de öne sürülmüştür[45]. Emeviler'den sonra miladî 750 yılı civarı kurulan Abbasi hükümdarlığı, Emevi hanedanlığının kontrolünü, Endülüs (İber yarımadasındaki kısım) haricindeki tüm topraklarda ele geçirmiştir[45][46]. Abbasilerin iktidara gelişiyle Abbasiler Dönemi başlamış ve Abbasilerin hilafeti 750 yılından 1258 yılına kadar sürmüştür[47]. Abbasiler zamanında hilafet başkenti tekrar değişmiş, Şam'dan Bağdat'a alınmıştır[47].

Emeviler ve Abbasiler döneminde yapılan fetihler sonucu ele geçirilen yeni topraklardaki halklar aynı zamanda İslam'la da tanışmış oluyorlardı. Bunun sonucu olarak zaman içinde birçok bölgeye İslam dini yayıldı. Önce yakın bölgelerde yaşayan İranlılarda, 10. yüzyılda ise kitleler halinde Türkler arasında İslam yayılmaya başladı. Tüccarlar aracılığıyla Müslümanlıkla tanışan ve Müslümanlığı benimseyen İdil Bulgarları ilk Müslüman Türk devleti oldu. KarlukYağma ve Çiğil Türkleri ise Orta Asya'daki ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti'ni (840), Oğuzlar iseBüyük Selçuklu Devleti'ni (1038) kurdular. Abbasiler yönetiminde askeriyede büyük rol verilen Türklerin oluşturduğu Memlükler güçlenirken Abbasiler iki yüzyıllık hâkimiyetlerinin son dönemlerinde çöküşe geçmiştir[47]. Nitekim 1250'de Mısır'da Memlük Sultanlığı başlamış, Memlüklerin buradaki hâkimiyeti 1517 yılına kadar devam etmiş, 1517 yılında Mısır'ı Osmanlılar ele geçirmiştir ki bu fetihten sonra Osmanlılar hilafeti kendi iktidarları olarak benimsemiş, ilan etmiş, Osmanlı padişahları aynı zamanda halife unvanını taşımıştırlar[47][48]. Abbasi hanedanlığının sonu ise 1258 Bağdat'ın Moğol istilacıları tarafından yağmalanmasıyla son bulmuştur[49][47]. Endülüs'teki Emevi kontrolü ise 13. yüzyılda düşüşe geçmiş, bölgedeki en son İslam hükümdarlığı olanGırnata Emirliği 1492'de düşmüştür[11][50]. Bunların dışında 909 yılından 1171 yılına kadar Mağrib ve Mısır'daki çeşitli bölgelere Fatimîler isimli Arap Şii (İsmailî) hanedanlığı hükmetmiştir[9][47][51]. Hanedanlığın başındaki halife Şii İsmaili imamıydı ve bu sebeple seküler gücünün yanı sıra İsmaili İmamet anlayışında da önemli bir yere ve tarihsel öneme sahip olmuşlardır. Fatimîlerin 12. yüzyıldaki çöküşleriyle birlikte Doğu'da hükmetmiş oldukları Mısır, SuriyeYemen ve Hicaz gibi bölgelerde Eyyûbî hanedanlığı başa geçmiştir[51]. 1517 yılında Osmanlıların ilan ettikleri halifelik 1924 yılına kadar devam etmiş, 1924 yılında Osmanlı'nın mirasçısı konumundaki Türkiye Cumhuriyeti devletinin meclisinin (TBMM) aldığı bir karar feshedilmiş, yönetim sistemi değişmiştir[48]. Osmanlı Devleti tarafından yapılan fetihlerle Anadolu'nun tamamı ve Balkanlarda Müslüman nüfus artmış, İslam yayılmıştır.

 

 

İslam'da iman, Allah'tan başka ilah tanımamak, Allah'ın gönderdiğine inanılan kitaplara ve peygamberlere inanmak, Allah'a ait sıfat ve özelliklerin Allah'tan başkasına atfedilmemesi, öldükten sonra dirilme olarak kıyamet ve ahiret gününde Allah’ın önünde hesap verileceğine inanmak olarak özetlenebilir.

Her ne kadar İslam'daki farklı mezhepler gerek imanı gerekse imanın şartlarını farklı tanımlamış olsalar da, belirli esaslar her mezhepte aynıdır. Sünni anlayışta Kur’andan alınarak özetlenen iman esasları şunlardan oluşur:[52][53]

  1. Allah'a iman,
  2. Peygamberlere iman,
  3. Kıyamet gününe, ölümden sonra dirilmeye ve ahirete iman.

Bu esasların birincisi ve diğerlerinin temeli Allah'a imandır. Allah'a iman ile kasdedilen tevhit yani Allah'ın varlığına ve birliğine inanmaktır. Bu Allah'a dayandırılan yaratıcılık, ezelîlik gibi kavramlara inanmayı da gerektirir. Bunlara ek olarak Allah'ın gerçekten ibadet edilmeyi hak eden ilah, onun dışında ibadet edilen her şeyin ise batıl olduğuna inanmak tevhid inancının temelidir. İslam ilahiyatçılarının Kur'an'dan ve Muhammed'in hadislerinden derleyerek yorumlarla zenginleştirdikleri isimler (Esmâ'ul Husna) İslam inançları ve mitolojisinde önemli yer tutarlar. Bu yorumlara göre Allah her türlü zayıflıktan, eşyaya ait mekân ve zaman gibi kavramlardan tenzih edilen bir varlıktır.

İmanın şartları mezhepler arasında ayrılık göstermektedir. Ehl-i Sünnette, tanınmış bir hadis olan Cibril Hadisi ve Kur'an'daki çeşitli ayetler kapsamında imanın altı şartı olduğu sıklıkla öne sürülür. Bunlar:[53]

  1. Allah'a iman,
  2. Meleklere iman,
  3. Kitaplara iman,
  4. Peygamberlere iman,
  5. Kıyamet gününe ve ahirete iman.
  6. Kaza ve kadere iman,
Muhammed ve ashabını Mekke'ye ilerlerken gösteren bir betimleme; kanatlı betimlenen varlıklar İslam'daki Dört Büyük Melek olan: Cebrail, Azrail, Mikâil ve İsrafil'dir. Kur'an'da yasak edilmemesine rağmen, İslam'da meleklerin betimlenmesi pek hoş karşılanmaz ve sıklıkla rastlanmaz. Siyer-i Nebi; 1595.
Geç 16. veya erken 17. yüzyıldankalma, tezhip ile süslenmiş bir Kur'an sayfası; Çin.

Bununla birlikte bu altı şarttan Kur’anda yer almayan kadere iman kısmı oldukça tartışmalıdır ve Şia'da yer almadığı gibi Ehl-i Sünnet arasında da tartışma konusu olmuştur.

İslam inancında Melekler Allah'ın kendisine ibadet etsinler ve emirlerini yerine getirsinler diye yarattığı üstün kullarıdır.[54] Melekler nurdan (ilahî ışıktan) yaratılmışlardır. Allah onlara özel görevler vermiştir. Büyük meleklerdenCebrail, Allah'ın katından peygamberlere vahiy (mesaj/kitap) indirmekle; Mikâil, doğa olaylarıyla; İsrafilKıyamet Günü ve yeniden diriliş günü Sûr'a üflemekle; ölüm meleği olan Azrail, hayatı sona erdirmekle görevlidir[54].

Kitaplara imandan Allah'ın zaman zaman peygamberleri aracılığıyla içinde doğru yolu, iyiliği ve kurtuluşu gösteren ayetler ve sözler bulunduğuna, hepsinin Allah’tan gelme olduğuna inanılan metinler kastedilir. Bu kitaplar, sırasıyla Musa, Davut, İsa ve Muhammed’e indirildiğine inanılan TevratZeburİncil ve Kur’an’ı ifade eder. Ayrıca diğer bazı peygamberlere indirilen sahifeler (Suhuf) indirildiğine inanılır. Bakara suresinin 136. ayeti şöyledir:

Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”[55]

Peygamberlere iman ile Allah'ın peygamberler gönderdiğine, ilk peygamber Âdem ile son peygamber Muhammedarasında sayıları ve çoğunun kimliği bilinmeyen bütün peygamberlere inanma anlatılımak istenir. Bakara suresi 285. ayet şöyledir: :"Peygamber, Rabbinden ne indirildiyse ona iman etti, müminler de. Hepsi, Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve: 'Peygamberleri arasında hiçbir ayrım yapmayız.' diye Peygamberlerine inandılar ve: 'İşittik ve boyun eğdik, bağışlamanı dileriz, ey Rabbimiz! Dönüş sanadır!' dediler."[56]

Kadere iman; hayır veya şer, her işin Allah'ın irade, takdir ve yaratmasıyla olduğuna inanma şeklinde tarif edilir. Bununla birlikte kaderin iman tanımı içerisinde geçip geçmemesi gerektiği İslam ilahiyatçıları arasında tartışmalı bir konudur.

İslam ilahiyatında Allah'ın ezelî ve ebedî ilmi ve bilgeliğinin gereği olarak her şeyin onun bilgisi dâhilinde olduğuna ve bu bilgilerin Kur’anda bir terim olarak geçen “Levh-i Mahfûz”da yazılı kader olduğuna, zamanı geldiğinde de bu bilgilerin kuvveden fiile çıktığına (kaza) inanılır. İlahiyatçılar arasında kadere karşı insan iradesinin gücü, kaderin değişip değişmeyeceği ve kader karşısında insanın sorumluluğu gibi konular uzun tartışmalara sebep olmuştur.

Kader Kur'an'da imanın bir unsuru, parçası olarak geçmez. Bununla birlikte Cibril Hadisi'nin bazı sürümlerinde Muhammed imanı tanımlarken kader de geçmektedir.[57] Bu sebeple kadere iman Sünnilikte özellikle klasik âlimlerin bir kısmı tarafından iman esaslarından biri olarak görülmüşken, Şiilikte iman esaslarından biri olarak geçmez.

Ahirete iman ile Ahiret gününe, yani Kıyamete, ve yeniden dirilişe inanma kastedilir. Ahiret günü; islamda Allah'ın insanları yeniden diriltip bir arada toplayacağı gündür. O gün insanlar ya nimetleri bol olan Cennet’e ya da elem verici azabın olduğu Cehennem'e gireceklerdir. Kur'an'da ahirete iman çeşitli ayetlerde vurgulanmış, Bakara suresi 62. ayette ise Allah'a inançla birlikte kurtuluşa erecekleri tanımlamakta kullanılmıştır:

"Şüphe yok ki, iman edenler, YahudilerHıristiyanlar ve Sabiiler; bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükâfatları vardır. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaklardır."[56]

İslam'ın diğer büyük mezhebi olan Şiilikte ise iman genellikle şu unsurlarla tanımlanır:[53]

  1. Tevhit - Allah'ın varlığı ve birliğine inanmak,
  2. Adalet - İyi ve kötü olan şeylerin bir hikmetinin olması ve olayların arkasındaki hikmetin Allah tarafından bilinirken her zaman insanlarca anlaşılabilir bir mahiyette olmaması; iyi ve kötü şeylere karşı Allah'ın insanlara iyi olanları yapmalarını emretmesi ve bunun karşılığında onları mükâfatlandırması,
  3. Nübüvvet - Peygamberlere iman,
  4. İmamet - Allah'ın belirli şahısları insanlığın önderi, imamı olmak için önceden seçtiğine ve gönderdiğine inanmak. Şii inancında Ali ve onun soyundan olan belirli kişilerin gerçek imamlar olduğuna, bunun dinî bir gereklilik sonucu olduğuna inanılır ki bu gerekli vasıflara uyan herkesin imam olabileceğini öne süren Sünni fikriyatından çok farklıdır ve iki mezhep arasındaki en büyük farktır.
  5. Mead - Kıyamet gününe inanmak.

Bunların dışında Şii itikadında şart olarak sıralanmasa da, meleklere ve kitaplara iman da Şii itikadında mevcuttur. İmamet şartı dışında, Sünni amentüsünden farklı olarak Şii amentüsünde kadereiman mevcut değildir.[53] İmamet unsuru Şiilikte iman esaslarından biridir. Şii mezheplerinde imamet konusu yorumlama ve kimlerin imam sayılıp sayılmayacağı hususlarında farklılıklar arzeder. Şiilikte imamların masumiyeti, yanılmazlığı, sözlerinin dinde delil kabul edilmesi sebebiyle konu ayrıca önemlidir. Sünnilikte bulunmayan Adalet ise Şiilikte özel bir anlam içerir. Şiilikte eşyanın bazısının doğası hasebiyle içten iyi, bazısınınsa doğası hasebiyle içten kötü olduğu inancı mevcuttur. Buna göre olayların arkasında her daim gizli bir hikmet yatmaktadır ve kul her ne kadar bu hikmete nail olmaya çalışmalıysa da bunu tamamen anlaması pek mümkün değildir. Aynı şekilde bu esas kişilerin yaptıkları eylemlerde hür olduklarının, Allah'ın da adil olduğunun ve bu sebeple Allah'ın kişilerin iyi eylemlerine iyi, kötü eylemlerine karşı kötü bir sonuç yaratmasının mecburi olduğu görüşündedirler. Yani Allah adalet sıfatından dolayı iyiliği her daim iyilik, kötülüğü ise kötülük ile sonlandırır. Bu Sünnilikte yer almayan bir esastır ki yer almamasının farklı sebepleri vardır. En başta Sünnilikte eşyanın içten iyi veya kötü olup olmadığı tartışmalıdır. Ayrıca kader vekazaya yaklaşan kişinin eylemlerinde hür olma esası Sünnilikte genel olarak mevcut olsa da, daha farklı yorumlanmıştır.

Sünnilerde amentü sıklıkla İmanın Altı Şartı olarak geçerken Şiilerde Usûl el-Din olarak adlandırılır. İslam ilahiyatçıları kişinin kurtuluşa erebilmesi için iman etmesinin, bazıları ise ibadet gibi unsurların da şart olduğunu öne sürerler.[58].

 

 

İslam'da dini hükümleri farklılıklar arzeden birçok ibadet bulunur. İslam'da kişi, yaptığı her ibadetle sevap kazanırken farz olmasına rağmen yapmadığı ibadetlerle günaha girer.[59]. Fıkıhta Kur'an'da inananların yapması emredilen eylemlere farz denilir. Bu ibadetleri terk etme İslamı terketme ile eş tutulur ve şeriat hukukunda örneğin namaz gibi bir ibadeti terketmenin cezası büyük günahtır.

Dua eden bir Müslüman

Kulluğun İslam akidesinin bir parçasını teşkil edip etmediği tartışılmıştır. Maturidiyye ve Eş'ariyye mezheplerine göre ibadet, imanın ve dolayısıyla akidenin bir parçası değildir; kişinin ibadetlerini aksatması veya ibadet etmemesi onu dinden çıkarmaz[60] Bununla birlikte kişinin bağlılığının azalabileceği ve imanının daha zayıflayacağı ve benzeri fikirler de sık sık öne sürülür[61]SelefiyyeHariciyyeMutezileZeydiyye gibi mezheplere göre ibadet, imanın bir parçasıdır[62][63]. Buradan hareketle ibadetin seviyesine göre kişinin imanının artıp azalabileceği fikri de ortaya atılmıştır ve bu mezhepler imanın artıp eksilebileceğini ileri sürmüşlerdir[64][65]. Kur'an'da ibadetin imanın bir parçası olduğuna dair bariz bir ifade yoktur; bununla birlikte ibadeti imanın bir parçası sayan âlimler ve mezhepler çeşitli ayet (örneğin Nisa Suresi 93. ayet gibi) ve hadisleri farklı şekillerde yorumlayarak ibadetin imanın bir parçası olduğu fikrini savunmuşlardır[66]. İbadetin imanın bir parçası olmadığını savunan âlimler ve mezhepler, Kur'an'da geçen Müslüman(İslam'a giren) ve Mü'min (İslam dinine inanan) ayrımına dikkat çekmişlerdir[67]; Hucurat suresi 14. ayeti gibi:

Bedeviler: 'İman ettik.' dediler. De ki: 'Siz henüz iman etmediniz, fakat henüz iman kalplerinizin içine girmemiş olduğu hâlde 'İslam'a girdik' deyin. Eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz, size amellerinizden hiçbir şey eksiklemez; çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, merhamet edendir.' "[68]

Bu tartışmaların pratik sonucuna göre ibadetleri terkeden insanlar şeriat hukukunda dinden çıkmış (mürted) sayılıp idam dahil değişik ceza ve yaptırımlara maruz kalabilirler.

 

 

İslamın beş şartı sünni islamda farz olduğuna inanılan yükümlülükler bütünüdür. Kur'an'da açık emir olarak geçen ibadet ve eylemlerin yapılması, inananlara şarttır. Bununlardan özellikle 5 tanesi geleneksel islamda İslam'ın Beş Şartıadıyla bilinir ve önemi vurgulanır.

Anlayış Abdullah bin Ömer ve babası Ömer bin Hattab aracılığıyla aktarılan ve Sünni islamda sahih olduğu kabul edilen ünlü Cibril Hadisine dayanır. Hadiste, vahiy meleği olarak kabul edilen Cebrail sahabelerden Dıhye kılığına bürünerek peygamber ve arkadaşlarını ziyaret eder, peygambere çeşitli sorular sorar. Bu sorulardan biri ve aldığı yanıt şöyledir:

"'Ya Muhammed! Bana İslam'ın ne olduğunu söyle!' Muhammed: 'İslam; Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir' buyurdu. O zat: 'Doğru söyledin' dedi. '"[57]

Bu hadisten yola çıkarak İslam'ın beş şartı adıyla şu ibadetler temel kabul edilmiştir:[69]

 

 

Şiîlikte dini emirler Usul (inanç) ve füru (ibadet ve uygulamalar) olarak ikiye ayrılır. Füru-ı Din olarak da isimlendirilen bu taksimde dini emirler başlıca 10 unsurdan oluşur:

Namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin Şiîlik ve Sünnilikte uygulama şekilleri, zamanları ve miktarları açısından da bazı farklar görülür.

Hums, Şiîlikte sahip olunan eşyanın veya kar'ın beşte birlik değerine denk gelen bir vergidir. Şii inancında özel bir yeri olan bu vergi Muhammed'in bir yakını veya soyundan gelen bir kimse[70], yetimler, ihtiyaç sahipleri veya yurdundan ayrı düşmüş ve yurduna dönecek maddi imkânı bulunmayan kişilerin hakkı olarak tanımlanır.[71] Şiilikteki bu verginin dinsel dayanağı Enfal Suresi 41. ayetinde geçen Ganimet kelimesinin anlamlandırılmasıyla ilgilidir:

"Şunu da bilin ki, eğer Allah'a ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun çarpıştığı gün kulumuza indirdiklerimize iman etmiş iseniz, ""ganimet"" olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ındır, peygambere, yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir."

Ayette sözü geçen ganimet anlamındaki sözcük, Sünni âlimlerce sadece savaşta kazanılan mal ve maddi varlık olarak tanımlanırken, Şiilere göre genel bir "kâr" anlamı barındırmaktadır ve bu sebeple kârın söz konusu olduğu her durumda beşte birlik bir kısım vergi olarak verilmelidir[71].

Ramazan ayında oruç tutan Müslümanlar iftarı beklerken; Kahire,Mısır.

İslam'ın bir unsuru olarak sayılan cihat, her ne kadar Allah adına savaşmak anlamına gelse de, her zaman fiziki bir savaşı tanımlamaz ve daha genel bir anlama sahiptir[72]. Buna göre büyük cihat kişinin kendi nefsiyle olan savaştır ve daha zordur.[72] Kişinin İslam adına yaptığı farklı emek ve çabalar cihattanımına girebilir.[72]

Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker ile kasıt inananların diğer kişileri Allah'ın emrettiklerine davet etmesi, iyi şeyleri emir veya nasihat etmesi, kötü şeylerdense alıkoyması, men etmesidir. Bu iki kural Kur'an'da anlamsal açıdan benzer şekillerde (Âl-i İmrân suresiTevbe suresi gibi) birçok yerde geçmekte ve Sünnilikte de önemli sayılmaktadır.

Tevella; Şiilikte İmametin inanç esasları arasında yer alması ve şiilikteki imamet ve Ehli Beyt silsilesinin Ali üzerinden devam etmesi sebebiyle, Ali ve Ehl-i Beyt'i, Ehl-i Beyt'in takipçilerini, sevenlerini sevmek şarttır. Şiilikte bu prensip Şura suresinin 23. ayetine dayanır. Sünni âlimlerince farklı anlamlandırılan ayetin, Şii âlimlerine göre meali şöyledir:

"Bu, Allah'ın, inanan ve iyi işlerde bulunan kullarını müjdelemesidir işte. De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir ve kim güzel ve iyi bir iş yaparsa onun güzelim mükâfatını arttırırız; şüphe yok ki Allah, suçları örter, iyiliğe, mükâfatla karşılık verir."[73]

Şiilere göre ayette geçen ve yakınlık arz eden sözcük ile kasıt peygamberin ailesi ve soyuyken, Sünni âlimlere göre kasıt bu değildir. Ehl-i Beyt genel olarak Sünnilikte sevgiyle anılsa da, Sünni inancında Ehli beytin şiilikteki gibi özel bir yeri bulunmaz.

Teberra; yani inananların Ehl-i Beyt'i sevmeyenleri sevmemeleri, Ehl-i Beyt düşmanlarına düşman olmaları anlamına gelir ve Şiilikte önemli bir yere sahiptir. Bu sebeple şiiler, sünnilikte Muhammed'in arkadaşları (sahabe) olarak bir çeşit kutsallık atfedilen ilk müslümanlardan bazılarına karşı nefret olarak tanımlanması olası olan antipatik duygular gösterirler. Bunun etkileri dini referanslarda görülebileceği gibi günlük yaşamda, çocukların isimlendirilmesi gibi hususlarda da net olarak görülür. Yine bu sebeple Şii ve Alevi inancına mensup olan Müslümanlar geleneksel olarak Allah, Muhammed adının yanında ilk halifeler olan EbubekirÖmer ve Osmanın adlarının da süsleme olarak duvarlarına asıldığı Sünni ibadethanelerine gitmezler.

 

 

İslamî sanatlar İslam kültürünün büyük bir bölümünü oluştururlar[147]. İslamî sanat(lar) terimi görece yeni bir terimdir ve genel olarak modern bir kavram olarak ele alınabilir[147]. Terim ile kastedilen İslam topraklarında üretilen, İslam kültürünün izini taşıyan sanat eserleridir; eserlerin illâ ki Müslüman için veya Müslümanlar tarafından yapılmış olması gerekmez[147]. Nitekim birçok HinduHıristiyan ve Yahudi sanatçılar İslamî sanat eserleri verdikleri gibi, Müslümanlar tarafından yapılan bazı sanat eserlerinin alıcıları, sahipleri gayrimüslimdir[147]. Zaman zaman tarihi İslamî sanat eserleri ve sanatçılar çağdaş zamanlarda dinîden ziyade millî sanat açısından değerlendirilmiştirler; bununla birlikte bu genelde yanlış bulunur zira İslamî sanatlarda tarih boyunca ortak olan değer ve vurgu İslamdır ve sanatlar birçok etnik grubun katkısının sonucu olarak ortaya çıkmışlardır[147]. Nitekim o dönemlerde İslam topraklarında bulunan vatandaşların da ayırıcı özelliği etnik gruplarından ziyade dinleriydi ve bu sebeple de bugün birçok tarihî İslamî sanatçının yaşadığı toprağa bakarak etnik kökenini bilmek çok zordur[147].

İslam itikadındaki Allah inancında antropomorfizme yer verilmemesi ve buna kesin bir şekilde karşı çıkışı, Allah'ın sureti olmadığı için betimlenemeyecek olduğu inancı Hıristiyanlıktakine benzer bir ikona ve dinî resim geleneğinin oluşmasını engellemiştir[147]. Ayrıca İslam'da peygamberlere ilâhî özelliklerin izafe edilmemesi peygamberlerin de betimlenmesini dinî anlamda büyük ölçüde gereksiz kılmıştır[147][147]. Ek olarak İslam'ın putperestliğe karşıt oluşu ve Kur'an'da putperestliğin şiddetli bir şekilde reddedilmesi özellikle heykel gibi sanatlara Müslümanların, özellikle de aktif pagan putperestliğinin devam ettiği çağlarda, mesafeli durmasına sebep olmuştur[148]. Bununla birlikte Kur'an'da heykel sanatına veya insan (peygamberler dahil) suretlerinin betimlenmesine, tapınmak yani putperestlik için yapılmadıkları sürece, karşıt bir ayet bulunmaz[147]. Nitekim sonraki yüzyıllarda özellikle yeni fethedilen topraklarda var olan sanat gelenekleri ile İslam'daki kavram ve sembollerin kaynaşması sonucu, özellikle İran bölgesinde, gerek Muhammed gerekse diğer peygamberleri betimleyen görsel eserler de, nadir de olsalar, yapılmışlardır[149] ve figüratif betimleme yedinci yüzyılın ilk dönemlerine kadar pek de sorunsal olmamıştır[147]. Bununla birlikte özellikle peygamberin betimlemeleri dinî bir bağlamda değil de tarihî bir bağlamda yapılmıştır[147].

Batı'da sanatın önder türleri resim ve heykelken, İslam'da bu formlar yukarıda belirtilen sebeplerin de etkisiyle benimsenememiştir[147]. Bunun yerine ahşapmetal işlemeciliği, dekoratif sanatlar,seramik ve cam sanatları ile ciltleme ve hat sanatları büyük yer ve öneme sahiptir[147][148]. Süsleme sanatlarında özellikle geometrik ve simetrik motifler sıklıkla yer almıştır[147][150].

1507'den kalma bir minyatür. BetimlenenLeylâ ile Mecnun hikâyesinden Mecnun'dur.

Gerçekçi suret betimlemesinden uzak duran İslam sanatı, daha hayalcî bir tarza sahip olan minyatürsanatını geliştirmiştir. Gerek açı, gerekse özgün stilleriyle minyatür sanatı farklı bir görsel sanat dalıdır ve İslam sanatında büyük yer tutar, başlıca figüratif sanattır[149]. Buna ek olarak, İslam'da önemli bir yer tutan yazıyı baz alan güzel sanat türü, hüsn-ü hat, yani hat sanatı İslam toplumundaki suret karşıtlığından da yararlanarak büyük ölçüde gelişmiştir[147][147][151]. Hat sanatında birçok tarz ve üstat geliştiği gibi, farklı İslam devletlerinde, Arap alfabesini kullanan farklı dillerde, daha farklılaşmış stiller ortaya çıkmıştır[151][152]. Hat sanatı gelişiminde zaman zaman soyut da olsa figüratif özellikler de kazanmıştır; örneğin zoomorfik hat eserlerine sıklıkla rastlanır[152]. Özellikle hat sanatıyla birlikte anılan tezhip sanatı dekoratif bir sanat olarak öne çıkmış, Kur'an nüshalarının oluşturulmasında hat ile birlikte dekoratif ve estetik açıdan önemli bir yere sahip olmuştur. Gerek ciltcilik gerekse süsleme açısından en güzel örnekleri sunan Kur'an nüshaları olmuştur[147]. Kur'an nüshalarında hat ve tezhibe sıklıkla rastlanırken, figüratif dekorasyonlara ve betimlemelere rastlanmaz[147][148]. Bunun yerine minyatür gibi figüratif betimlemeler destan ve manzum hikâyelerin nüshalarında sıklıkla kullanılmıştır[147][148].

Avlusu ve minareleriyle Sultan Ahmet CamisiİstanbulTürkiye.

Bunlara ek olarak İslam sanatında mimari önemli bir yere sahiptir. İlk dönemlerde (gerek İslam öncesi ve İslam'ın ortaya çıktığı dönemlerde) İslam'ın geliştiği merkezler olan Mekke ve Medine'de mimari açıdan gelişmemiş şehirlerdi[153]. Özellikle İslam devletinin yönetiminin saltanata geçişinden sonra, yapılan fetihlerle de mimariye olan ilgi artmış[153], zaman içinde farklı toprakların mimarisinden de etkilenerek farklı mimari stillerde camilermescitlermedreselersaraylarköprüler ve kervansaraylar yapılmaya başlanmıştır[153]. İslam’a has ibadet yeri olan camilerin mimarisi özellikle İslam mimarisi içerisinde önemli bir rol oynamıştır[154]; ilk fethedilen topraklarda, özellikle Suriye'de, kiliseler camiilere çevrilmişken daha sonra fethedilen yeni topraklarda ve kurulan yeni şehirlerde Müslüman camiler inşa etmeye başlamışlardır[153]. Farklı iklimlerden ve etnik kültürlerden etkilenerek camii mimarisi bölgeden bölgeye farklılık gösterir[153][154]. Bu tip (cami, medrese vs.) dinî mekânların mimarisinde suret betimlemesine pek yer verilmez[147][148], bunun yerine dekoratif, sık sık geometrik ve arabesk türde süslemeler mevcuttur[147][148][153]. Bununla birlikte dinî olmayan seküler mekânların mimarisinde suret betimlemelerine yer verilmiştir; örneğin özellikle eski hamamlarda ve saraylarda buna rastlanır[147][148][153]. Bununla birlikte seküler mekânlar zaman içinde dinî mekânlar kadar iyi korunmamıştır[147].

Tekstil bazlı sanatlar da İslami sanatlar açısından önemli bir yere sahiptirler[147][148]. Ticari açıdan da büyük bir gelir kapısı oluşturan tekstil üretimi çok gelişmişti ve çok çeşitli ham maddeler kullanmaktaydı[147][148]Halılardan çok amaçlı kumaşlara, tülbentlere kadar birçok farklı tekstil ürünü[148] farklı tarz ve tekniklerle dokunarak hazırlanır,önemli bir kısmı ithal edilirdi. Nitekim Orta Çağ'da kiliselerde azizlerin kemiklerinin sarılıp saklandığı işlemeli kumaşların çoğunluğu İslam topraklarından gelmekteydi ve bugün varlığını sürdüren bu kumaşlar o dönemlerdeki İslam kumaş sanatlarının güzel örneklerini oluşturmaktadır[147].

İslam'ın eleştirisi[değiştir]

İslamın eleştirisi değişik şekillerde yapılmıştır. Bunlar sadece Kur'anı temel alarak "geleneksel islam"ın eleştirisi[155]ni yapan, İslamın içinden gurup kişilerin eleştirileri, Muhammed eleştirisi,Kur'an eleştirisiHadis eleştirisiŞeriat'ın eleştirisi gibi başlıklarda toplanabilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 
  Bugün 30238 ziyaretçi (51573 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol